Şili’nin başkenti Santiago’dan sadece 120 km uzakta, Pasifik Okyanusu kıyısında yer alan Valparaiso’ya gitmek üzere sabah erkenden yola çıkıyoruz. Çok keyifli bir yolculuk bizi bekliyor çünkü gideceğimiz yol, dünyaca ünlü Şili şaraplarının üretildiği ve bu şarapların üzümlerinin yetiştiği bağların içinden yani Casablanca Vadisinden geçiyor.
Yol boyunca göz alabildiğince uzanan bağları, şarap üretim tesislerini ve şirin bağ evlerini izleyerek ilerliyoruz. Dönüşte uğrayacağımız, vadinin en lezzetli şaraplarından bazılarını üreten Casas del Bosque’yi de görüyoruz ancak rezervasyon yaptırdığımız saatten önce içeri girmemiz mümkün olmadığı için heyecanımızı öğleden sonraya erteliyoruz. Bu keyifli yolculuk sonrası 1,5 saatin nasıl geçtiğini anlamadan Valparaiso’ya varıyoruz.
1800’lerde Güney Pasifik’in en büyük limanı olan Valparaiso yamaçlara kurulmuş bir şehir. Dolambaçlı ve dik sokakları, rengarenk evleri, Colonyal yapıları ile bizi karşılayan şehre adımımızı attığımız anda etkileniyoruz. Ülkemizden çok uzaklarda, kendimizi bu denli evimizde hissetmemizi sağlayan bu şehri ilk bakışta seviyoruz.
2003 yılında UNESCO Dünya Mirası listesine alınan Valparaiso’yu gezmeye Echaurren Meydanı ve Serrano Caddesinden başladık. Cerros Alegre’den limanın etkileyici manzarasını izledik.
Sotomayor Meydanı ve sonrasında burada bulunan Asansör Espiritu Santo ile şehrin en renkli bölgesi Bella Vista’ya geçtik. Buranın şirin sokaklarında epeyce gezindik. Şili’li ünlü şair Pablo Neruda’nın Şili’deki üç evinden biri olan La Sebastiana’yı ziyaret ettik.
Valparaiso’dan söz ederken Asansörler ve Troleybüsleri atlamamak gerekiyor. Dik yamaçlara kurulu şehrin en önemli toplu ulaşım araçları şüphesiz ki füniküler ve asansörler. Benzerlerini geçmişte Lizbon’da da gördüğümüz bu asansörler, limandan evlerin bulunduğu yamaçlara çıkmak için en kolay ve ucuz ulaşım araçları.
Asansörlerin 1883 ile 1912 yılları arasında yapıldığı ve tümünün hala kullanıldığını öğrendiğimizde hayli şaşırıyoruz. Asansör Concepcion’ı şehrin ilk füniküleri olması, Asansör Polanco’yu güzel resimleri, Asansör Baron’u ilk elektrik motorlu füniküler olması ve Asansör Espiritu Santo’yu sizi rengarenk evlerin, grafitilerle dolu dolambaçlı sokakların bulunduğu Bella Vista bölgesine çıkaracak olması nedeniyle öncelikle görmeniz gereken asansörler olarak listenize eklemenizi öneririm. Asansörler gibi yeşil renkli şirin Troleybüsler de güzel şehrin alametifarikalarından biri. Valparaiso’daki elektrikli troleybüsler sevimli görünümlerinin yanı sıra, dünyada kullanılmakta olan troleybüslerin en eskilerinden olma özeliğini de taşıyorlar. Pinochet döneminde kullanımı kesintiye uğramış olsa da, günümüzde birkaç hat çalışmaya devam ediyor.
Valparaiso ‘nun geçmişi deprem acılarıyla dolu. Binalarda sıklıkla görünen çatlaklar bizim gibi aynı deprem kaderini paylaşan insanların dikkatini daha çabuk çekiyor sanki. 2010’da meydanan gelen depremin 8.8 şiddetinde olduğunu ve yaklaşık 3 dakika kadar sürdüğünü duyduğumda dehşete kapıldım. Deprem ve ardından oluşan tsunami ile yüzlerce insan yaşamını yitirmiş. Bu deprem Şili tarihinde yaşanan onlarca kuvvetli depremden yalnızca biri ve malesef sonuncusu da olmayacak. Bundan sonra ülkemizde ve dünyada deprem felaketi nedeniyle insanların ölmemesini dilemekten başka bir şey gelmiyor elimden…
Valparaiso’dan arabayla on dakika kadar yol alıyor ve Vina del Mar’a ulaşıyoruz.
Kuruluş tarihi 1874 olan şehir Colonyal çiftliklerin olduğu üzüm bağlarıyla dolu iken, 1906’da 8.2 şiddetindeki büyük depremle yerle bir olan Valpariso’daki elit kesimin buraya taşınmasıyla değişmeye başlamış. Yamaçlara kurulu Valparaiso’nun aksine Vina dümdüz olduğundan, zengin kesim arasında Fransız tarzı, geniş bahçeli, şık saraylar inşa etmek moda olmuş. Bu nedenle bugün Vina, Şili’nin “Bahçeler Şehri” diye de anılıyor. Kelime anlamı “Deniz kıyısındaki üzüm bağları” olan Vina del Mar süslü bahçeleri, mükemmel plajları ve geniş bahçeli saray evlerin dönüştürüldüğü müzeleriyle harika bir sayfiye şehri.
Eski saraylardan dönüştürülenlerden biri olan Arkeoloji Müzesi Francisco Fonk’un girişinde bizi çok hoş bir sürpriz karşılıyor. Paskalya Adasında yer alan ve Maoi adı verilen ünlü taş heykellerden bir tanesi bu müzenin bahçesinde sergileniyor. Paskalya adasındaki Maoi heykelleri öyle büyük, öyle çok ve öyle esrarengiz ki, yerel rehberimiz Jordge’nin de anlattıklarıyla merakımız iyice büyüyor ve adayı seyahat planlarımıza eklemeye karar veriyoruz.
Göz alabildiğince uzanan kumsalı, masmavi okyanusu ve dalgalarla yarışan sörfçüleri arkamızda bırakıp Vina del Mar’dan ayrılıyoruz.
Santiago’ya dönmeden önce yolda randevusunu önceden ayarladığımız Vina Casas del Bosque’ye giriyoruz. Bağ turu, şarap tadımı ve ardından bağ evinin ödüllü restoranında yemeğimizi yiyoruz.
Buranın güzelliğini, keyfini kelimelerle aktarmakta zorlanıyorum. Seyahat etmeyi seven herkesin yolunun buraya düşmesini diliyorum.
Valparaiso’ya giderseniz:
- Şili’nin nefis kokteyli “Pisco Sour”u tadın.
- Bella Vista’da haritanızı çantanıza kaldırın ve renkli sokakları keşfedin.
- Asansörlere binin.
- Casablanca Vadisinin nefis şaraplarını tadın.
- Uygun fiyatlı ve lezzetli deniz ürünlerinin tadını çıkarın.
- Vina Casas del Bosque’de zamanın nasıl durduğunu hissedin.
- Vina del Mar’da kumsalda yürüyüş yapın, sonra okyanus kıyısında oturup Pablo Neruda’nın “Yavaş yavaş ölürler, seyahat etmeyenler” dizeleriyle başlayan şiirini okuyun…
Leave a Reply